"İçtiğim ve gördüğüm" bir bağımlılık halini almış oluyor bende böylece. Bağımlı olmayı hiç sevmedim. Sevmiyorum. Sokakları severim mesela, sevdiğim sokakları da terk ettim. O çocuk elinde gelen çiçekler kayboldu mesela, çocuğu da bıraktık, dostumdu oysa. Babası ayrı bir dert.
Sonra eylül'ü bıraktım sanırım. Ve belki eylülde başlamıştım sigara içmeye. Ya da geriye valör yapıyor bizim tarihler. Ki zaten ben bilerek içimdeki tarihçileri iki yüzlü yetiştiriyorum. Kendi hayatımı tarafsız olarak hatırlayamam ben. Büyük yalan olur sonra, büyü zannederiz, halbuki bilir ve inanırız Yüce Hafıza Bükücü'nün kudretine.
Evet, daha çok deniz istedim. İçimdeki denizi bilir misiniz? Ya da kalem batırdığım kalbimi? Bazen kahve akar batırdığım yerden. Yüzü koyun yatar pıhtılaştırırım yarayı. Bazen yat deseler yatmayacak kadar yatarım. Eylül'de ve bir sokağın içinde, denizin göründüğü bazen araya ağaçların girdiği ama yine hayati olarak bir şehrin göbeğini kestim. Kendi sezeryanımı yapmaktan ne'yim bilmiyorum. Fakat son derece ayık'ım.
Yine de denize açılmıyorum. Sarhoşken severim denizi, eylül denizlerini, sokağın ucundan, pencerenin köşesinden görünen o denizleri. Zira yeterince boğuşmadık henüz, nefesin son zerresinde göz kırpacağız birbirimize, anlarsa bırakacak, belki o zaman dinlenirim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder