4 Haziran 2020 Perşembe

Küçük



Babaannelerin bilinen bilinmeyen bir çok mahlası var. Benim kendini “küçük babaanne” ilan eden bir babaannem oldu mesela. Kendisi gerçekten babaanne ünvanı alamayacağını tahmin ederek beni fahri torun ilan etmiştir. Ablası olan büyük babaannem varken de, kendisini “küçük” mahlası ile “küçük babaanne” ilan etmiş, ben de severek ona torunluk etmişimdir. Bayramlarda, seyranlarda ona gider zemine kadar pencere olan cadde üzerindeki evinde tatlılar yer, çaylar içer sohbet eder, ayağımın dibinde kaldırımda dolaşan insanları, yoldaki arabaları oyuncak gibi seyrederdim. Sanki bir deniz fenerindeymiş gibi her yeri görür ve kendimi korunaklı hissederdim. Bir de sesli gülüverirse salonda kuş cıvıltıları dolmuş gibi olurdu. Arada duvardaki japon harfli çerçeveye gözüm takılır kıtalararası dolaşırdım düşünce aleminde.


Babaannenin küçüğü olur mu diye siz sorana dek ben bu şansı yakalayalı yıllar olacak, hatırlarda Renkli durağında pencere dibinde oturan iki kişi olacak, sonra tek kalacak, son hep olacak.

14 Mayıs 2020 Perşembe

Bir His

Düşün ki bir insan bu halde ne kadar kötü olabilir? Bu hali ne kadar kötüdür? O düşüneceğinden çok daha kötüyüm diyorum içimden. Senin de ne kadar düşünebildiğini bilmiyorum doğrusu. O yüzden anlatmaya bile gayret gösteremiyorum.

-Ne kadar kötüsün?
-İçimdeki bir parça boşluk, elimdeki yara kadar kötüyüm.

-Ne kadar kötüsün?
-Özlemek, sonsuza değin  özlemek kadar.

O güzel anları, bütün düşündüklerimi, hayallerimi anlatacak iç sesimi başlar başlamaz susturacak kadar kötüyüm. Fakat bilincimden volkan gibi çıkan her düşünce nasıl bir ızdırapla nasıl bir acıyla parlıyorsa zihnimde, hepsi duygularda, benliğimin hisseden tüm noktalarında umulmaz bir acı var işte, tam da orada.

-Ne kadar kötüsün?
-Kötü hissetmenin tüm sancılarına bağışıklık kazanmaktan korkacak kadar kötüyüm.


29 Ocak 2013 Salı

Değ

ve insanlar filmlerdeki gibi yaşıyorlardı. takıntıları ve birinkitileri vardı. birikintilerine takıldıkça daha da birikiyorlardı.

sakladığın güzel şeyleri yavaş bir ses tonuyla az kişiye anlatmaktı mutluluk. belki bir gecede geçecekti bütün kızgınlık. toplu ulaşım bir düşünme biçimiydi. ve hala öyle. düşündüğün onca şeyi yanından yürüdüğün kimseye anlatmadan ve çaktırmadan sıyrılmaktı o ince haz. sonra onları düşünürdün, neden öncesi ve sonrasını düşünmediklerini düşünürdün. ve neden o anda düşünüdükleri ve yaptıklarını tartardın. sevinirdin ki sürüde değildin. sürünün içinde sürüye ait olmamak ve her hamlede onları terk edermişçesine hamleler yapmak.. sonra yeni bir grup. yeni bir düşünce grubu. farklı bir kitle. tekrar balonlar, onlar seni seyreder, sen düşünürsün. ve yine kaçarsın.

kötü şeyleri yönetemezsen yara yapar. çirkin olursun. binlerce kabalığın, sıradanlığın sürülüğün içinde herkes gibi kokarsın. "peki ya?" diyen çıkmaz.

çok konuşsak da yine biz ve hiçbir şey değişmese. ve ve'ler birbirini götürse hem'ler gelse. üstüne koysak. hem'ler gelse. hiçbir şey değişmese.değişmediğine değ'ecektir zira.

25 Aralık 2012 Salı

Z,Y,A Harflerinin Kulağımdan Ellerinde Silahla Çıkması

klavyenin tuşlarına basmayı düşündüğümde dokunduğum her harfin uçurumdan aşağıya düşeceğini hayal ediyorum. yazmak bir kayıp olarak zihnime yerleşmiş. sanki bir sihir, bir zehir bulaşmış gibi, hiç açık vermeyen bir asalet gibi; yazışım.

belki översem üstüne daha çok düşerim. çünkü ben yazmadan kendimle konuşunca unutuyor ve düşündüğümü anlamıyorum. irdeleyişim bir su gibi akıyor zihnimden. halbuki bir kaç su düşünüyorum, kuruması zaman alır, beyin başka şeylere çok yoruluyor yazık, sabahı görmeden kuruyorlar.

düşünceyi bir yerden bir yere taşımak benim istediğim. bir yerden çıksın, bir yere gitsin, hafif dallanıp budaklansın. yeşersin elbet, isterse solsun. yeter ki olsun.

daha önceleri yazdığım insanlığımın çemberinden çıkmış olmam, yolu tekrar bulamayacağım manasına gelmiyor. "her gün yeni bir tarif" gibi basit olmalı insan. yemek çünkü, yemesi de yapması da insanı değiştiriyor.

gel gör ki kontrolden çıkmışsın. elinde ne var bilmiyorsun. kavramların kaybolmuş, değerlerin kuru toprağa dönmüş nemi bekler, yeni fikirlerin heyecanı kelimelerin dairesinden taşınmış, kadife donlu patlıcanlar oturup kendi başına patlıcan salatası yapamamış.

zira beynimin içindeki tasarımcı insancıklar saat on ikiden sonra çalışmaya programlı. yaratılışları öyle. öyle büyüdüler yetiştiler çünkü. şimdi ise tam ergenlik çağlarında tembellikten hızla kilo alıyorlar, bütün gün beynimin içinde tv izleyip, en ufak bir küfür ya da yakınma göstermeden sürekli kilo alıyorlar, syd barret gibi bekliyorlar. evet evet, sanırım aktif diyet zamanı. antin ve kuntin kardeşler restonlarından bir şeyler yiyerek zayıfladıktan sonra eforlu üretkenliğe dönebilirler. belki bir gün, ki çok isterim; sürekli slogan üretirler.

ref: http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=14871927
http://www.youtube.com/watch?v=BLKiMbC6s2k
http://www.eksisozluk.com/show.asp?id=9656563

10 Haziran 2012 Pazar

Denizin Susuzluktan Ölmesi ve Her Zamanki Rüzgarı Arkaya Alma Refleksi

olanın sebebi olanlardı. olduktan sonra olmuş gibi yaşamak gerekti.

fakat denizin durumu aynı. kıyıya vuruşu değişmedi. derinliği ve yüz ölçümü de aynı kaldı. daha fazla rüzgar alıyor belki, daha az hasta oluyor. bir de yaz geldikçe daha sıcak zamanları özlüyor. çünkü sıcak zamanlar daha çok noktaya iz bırakmayı sağlıyor. bir gün bir barda ertesi gün sahilde oluyorum. ama rüyalarda o barda dayak yiyip ya da o denizde boğulup ölüyorum.

her şeyi bilince, zamanın ben yere düşüp can çekişirken bile acımayacağını biliyorum o yüzden sahip olduklarımı nasıl saklayacağımı biliyorum. şeklini çizip anlatamıyorum. bir müddet sonra tasvirden uzaklaşıp çocuk resimlerindeki ev kenarında akıveren başı sonu belirsiz nehire dönüşüyor. köprü çizmeyi de ihmal etmezdim ben mesela o nehri çizerken. köprüleri severdim. o nehre düşmekten kurtarırdı beni. tasvir imkansız hale gelince o köprüleri kullandım geçmişin debisine kapılmamak için.

ben bir denizi boğdum. her gece çığlıklarıyla uyuyordum. dalgarı göz kapaklarımı yırtmaya teşebbüs ediyordu. içimde durgun bir deniz var şimdi. deniz ama hala. ama durgun. bak benzetmesi yine yok işte. bazen bazı şeyler sırf edebiyat için. bizi sevsinler diye. ya da üç kelimeyle mutlu olmak için. çok mutlu oldum ben. muhtemelen kelimeler de denizin içinde bir yerlerde geziniyordur. bak bunun da tasviri yok işte. itlik bende değil yani.

adı da hiç düşmemiş. adada kalmış.

kimse de ulaşamamış. ne zaman desem, dilim kendine fiyonk atarmış. yelkenler ki çoktan açılmış rüzgarı beklemiş. ben de o yelkenin çarşafında boğulmuş, doğulmuşum. cebimdeki taşlar da olmasa çoktan bir ölüymüşüm. nedeni nasılı beni kurt gibi yemiş bitirmiş. viskiye koyacak ikinci parti buz olmayınca da yatmış uyumuşum. ertesi sabah başka bir şehirde uyandım. kendimi tutunca da tutunmuş oldum, şimdilik de düşmedim.

kanadım da düşmüştü, onu da geri yerine koydum.